9 Haziran 2011 Perşembe

Hande Ataizi... SAHNEDE UĞRADIĞI CİNSEL TACİZİ ANLATTI!

Ayşe ARMAN

Sahnede resmen saldırıya uğradım

Olay patladığında, köşemde bir kadın gazeteci olarak düşüncelerimi, duygularımı yazmıştım. Ama bugün kimliğim farklı, röportajcıyım. Hande Ataizi’ne insanların kafasını kurcalayabilecek her şeyi sorduğumu düşünüyorum. Yorum sizin. Benzer soruları Cihan Ünal’a da sormayı düşünüyorum, hakkaniyet bunu gerektirir ve her hikayenin iki tarafı vardır. Umarım o da sorularımı yanıtlar...

Oyun teklifi kimden geldi?
- Gencay Gürün’den.

Nasıl bir oyun olduğunu biliyor muydun?
- Tabii. Teksti okudum. O dönem Sırp bir yönetmenin başka bir oyun teklifi de vardı ama ben bunu tercih ettim. Severek ve isteyerek.

Tereddüt filan yok yani...
- Yok. Ben bir profesyonelim. Teklif edilen karakterin değişik ruh hallerini sevdim ve farklı bir oyunculuk sergileyeceğimi düşündüm. Kadın ve erkeğin, ilişkilerdeki tutumunu, toplumun ilişkilere ve evliliğe bakış açısını esprili bir şekilde anlatan bir oyun. Özellikle ikinci perdede, birbirine aşık iki insanın, patlama noktasına gelmeden önceki aşk sahneleri var. Sevimli ve estetik bir biçimde oynanması gerekiyordu.

Peki, “Bu oyunda böyle sahneler var, aleyhime olur” diye düşünmedin mi?
- Hayır. Niye düşüneyim? Aldığım eğitime göre, bu tür şeylerin sorgulanması söz konusu bile değil. Bu tip endişeleri olanların, başka meslek seçmelerini söylemişimdir hep.

Oyun nasıl gitti?
- Başta şahaneydi.

Problem yoktu yani...
- Hayır. Her şeyden önemlisi, aldığımız alkışın verdiği içsel tatmindi. Dünyada hiçbir şeyle ölçülemeyecek bir haz. Sahnede, her an hata yapmanın mümkün olduğu bir yerde, o adrenalini yaşamak, insana bambaşka bir temizlenme duygusu veriyor. Yani, “Para az geldi diye bıraktı” diyorlar ya, doğru değil. Tiyatronun maddi anlamda getirisi bellidir. Ben de sersem değilim, baştan beri biliyordum bu işte para olmadığını.

Hayatından memnundun yani...
- Evet. Afife Jale gibi önemli bir tiyatro ödülüne, “En iyi komedi” dalında kadın oyuncu olarak aday gösterildim. Değer verdiğim ustalar tarafından böyle bir ödüle layık görülmek benim için önemli.

Oyun oynandığı sürece, senin iş disiplininden şikayetçi oldular mı? Geç geldiğin, gelmediğin, senin yüzünden iptal edilmiş matine, suare...
- Yok! Atmış küsur oyun oynadık, ben her zaman bir buçuk saat öncesinde kuliste olup hazırlığımı yaptım, oyunun başlamasını bekledim. Gündüz canlı yayından çıkıp, tiyatroya geliyordum. Cihan Ünal ve tiyatro idarecileri o dönem yapılan röportajlarda benim disiplinimi ve oyunculuğumu yere göğe sığdıramıyorlardı, arşivlere bakan görür.

Sorunlar ne zaman başladı?
- Başından itibaren, oyunun bir sahnesiyle, o meşhur sahnesiyle problemim vardı. Bu oyun bir komedi, sevişme sahneleri de, keyifli bir şekilde aktarılmalıydı. Seyirciyi rahatsız etmeyecek şekilde. Oysa türün dışına çıkılıyordu, oyunun bütünlüğü bozuluyordu. Bu çekincemi, oyuncu arkadaşlarımla paylaştım. Hani o hepinizin fotoğraflarda gördüğü sahne var ya, iki sevgili kanepede yatıp, sohbet ediyorlar, adam bir anda sevişmek istiyor, belli ediyor, kadın da diyor ki, “Ya dur aşkım ya, daha yeni yemekten kalktık!” Adam sinirleniyor ve tartışıyorlar. Şimdi burada, zaten önemli olan, birinin sevişmek istemesi, diğerinin de o an istememesi, zaten yeterince komik. Her zaman, her evde rastlanacak bir durum. Abartmaya gerek yok yani. Boynundan öpersin, ne bileyim bir şekilde belli edersin ama daha ileri gitmezsin. Manası yok.

Şikayetini Cihan Ünal’a söyledin mi?
- Söylemez miyim? “O sahneyi gereğinden fazla abartmamıza gerek yok. Abartırsak, yaşlı adam, ormanda kıza tecavüz ediyor, kız da direniyor görüntüsü çıkıyor ortaya” dedim, “Hem erkek oyuncu, hem kadın oyuncu, hem de sahne için nahoş bir durum...”

Eeee?
- Eee’si karşılığında, “Ne o! Sevgilin mi kıskanıyor?” diye bir cevap geldi. Bence profesyonel olmayan bir cevap. İzahlara giriştim. Baktım olmuyor, Gencay Gürün’le paylaştım, “Şekerim, çok haklısın ben de öyle düşünüyorum. Bu sahnelerin senin dediğin şekilde olması gerekiyor” dedi.

Oyuna çıkmadan önce alkol alıyor muydu Cihan Ünal?
- Buna ben cevap veremem, ona sor.

Sen şimdi, “Cihan Ünal rolünü abartı, taciz olarak nitelendirebileceğim şeyler yaşandı. Ben de devam etmek istemedim” diyorsun, öyle mi?
- Aynen öyle diyorum.

Peki oyun haricinde hoşuna gitmeyen şeyler oldu mu?
- Evet, öyle şeyler de, çizmeyi aşan durumlar da oldu. Zaman zaman perdenin açılmasını beklerken, zaman zaman da herkesin içinde birtakım laflar etti. Bir an geliyor, “Artık yeter!” oluyorsun. Bu ne ya! Ağrına gidiyor. Ben çocuk değilim, herkes şu hayatta her şeyi denemekte serbest. Ama ben bu zamana kadar, bir şeyi istemiyorsam, kimseyi rencide etmeden, istemediğimi belli ettim, ederim. Önce esprili bir şekilde. Ama karşımdaki hâlâ anlamıyorsa, daha net cümlelerle kendimi ifade etmeye çalışırım. İş, rahatsızlık verme boyutuna gelirse de, doğrudan uyarırım. Pek çok kez bu tür şeyler yaşadım, ama hiçbiri bu raddeye gelmedi.
Peki Cihan Ünal’ı da uyardın mı?
- Elbette. Hem de birkaç kere. Dozu gittikçe de arttı uyarılarımın. Ama baktım değişen bir şey yok, tavır koydum, özellikle oyun aralarında özelimi paylaşmaktan uzak durdum.

E peki sonra?
- İşte bundan sonra olan oldu! Kabalıklar başladı. Bozuldu anladığım kadarıyla. Diğer oyuncu arkadaşlarıma, “Repliklerimi unutuyorum çünkü Hande bana ters davranıyor” dediğini duyunca şaşırdım. Benim kişisel olarak, kimseyle problemim yok ki, replik unutulabilir, bu her oyuncunun başına gelebilir, oyunun selameti açısından problem olsun istemem. Turnelerimizi yaptık, Bursa ve İzmir’de oyunlar oynadık. En son Ankara turnesinde daha ilk günden, kuliste terör estirdi. “Morali bozuk herhalde” dedik. Oyun saatinin ona yanlış söylendiğini iddia ederek, tiyatro yöneticisine ağza alınmayacak küfürler savurdu, kriz geçirdi. Yine de dört oyun oynadık.

SON OYUNDA İŞİ ABARTTI

Son oyunda?
- Ha işte, son oyunda, o malum bölümde, neye uğradığımı şaşırdım! İnat yapar gibi, “Öyle olmaz, böyle olur!” dercesine, resmen saldırıya uğradım. Sesimi çıkaramadım, sahnede bir es oldu, ağlayacak gibi oldum. Bir sürü şey geçti aklımdan ama oyunu bitirmek zorundaydım, hiçbir şey yapamadım. Sahne bittiğinde ellerim titriyordu. Yanına gittim, “Ne oluyor?” diye sordum. Kendisi gayet iyi biliyordu bu sorunun ne anlama geldiğini. “Bana baksana sen” diye omuzumu tutunca, bana dokunmadan konuşmasını söyledim. “Biz o sahneyi öyle mi oynuyorduk?” deyince, sana bile söylemeye utandığım, ağza alınmayacak hakaretler sıralamaya başladı. Küfür etti resmen. Selama çıktık o esnada, titriyordum ama gülümsemek zorundaydım.

Sonrası var mı?
- Var. Perde kapanınca üstüme yürüdü, vurmak istedi, araya insanlar girdi, küfürlerin dozu iyice arttı. Ben ağzımı açıp herhangi bir şey söylemedim. Zaten söylesem daha fena olacaktı. Bu, bardağı taşıran son damla oldu. Niye tahammül edeyim böyle bir şeye söyler misin? Cihan Ünal, saygın devlet tiyatrocusu diye her şeye he mi demem lazım? Tamam kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama eğer ortak bir iş yapılıyorsa, saygı göstermek durumunda. O gün Gencay Gürün’ü aradım her şeyi anlattım, tiyatro yöneticilerine bir daha onunla kesinlikle aynı sahnede yan yana olmak istemediğimi özellikle söyledim.

Ama Gencay Gürün, “Bir hafta önce değil iki gün önce söyledi, bizi çok zor durumda bıraktı” diyor...
- Hayır Ayşe. Bir hafta önceydi. Kıbrıs turnesinin iptal edilmesi gerektiğini, menajerim de defalarca söyledi. Ama onlar ciddiye almadılar, beni ikna edeceklerini düşünmüşler.

Ama bütün bu tartışmayı başlatan sen değilsin. Sen karşı taraf konuşunca bunları anlatmaya başladın. Neden daha önce konuşmadın, bunları anlatmadın?
- Çünkü hiçbir kadın çıkıp, “Ben tacize uğradım” demek istemiyor. Ben yaşadığım bu tatsız olayı, camia adına da açık etmek istemedim. Tepkimi, bir daha Cihan Ünal’la aynı sahnede olmak istemediğimi söyleyerek belirtmiştim zaten. 5 gün sonra özür mesajı geldi kendisinden. Ama samimiyetine filan inanmadım o mesajın. Yaşadığım onca olaydan sonra niye inanayım? Bazı şeylerin özrü yok. Belli bir yaşa gelmiş, tecrübeli bir profesyonelsen eğer, ağzından çıkan sözleri, tartarak, düşünerek sarf edeceksin. Diğer yaşananları hatırlamak bile istemiyorum zaten.

İyi de bu 60 kere oynadığınız bir oyunun bir sahnesi, daha önce aklın nerdeydi?
- Ben insanım ya. Bir kadınım. Böyle bir adam kategorisi var, her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Bir yerden sonra, canına tak ediyor. Tahammüllün kalmıyor. Budur. Ertesi gün de baktım, sanki ben suçluymuşum gibi açıklamaları yayınlanıyor gazetelerde. El insaf! Sanki ortada hiçbir şey yokmuş da, ben keyfi şekilde, tiyatro disiplinini bozarak oyuna gitmiyormuşum havası yaratılıyor. Daha da etkili olsun diye kanser hastaları kullanıyor.

Ama biletler gerçekten de kanser hastalarının yararına satılmış...
- İyi de bundan haberim yoktu. Gazetelerdeki açıklamalardan sonra öğrendim. Fakat ben Hande Ataizi olduğum için insanlar bana değil, Cihan Ünal’a inanmayı seçtiler. Ben kimseyi herhangi bir şey için ikna edemem. Ama ben gerçeği söylüyorum. Kıbrıs’a gitmemek için oyunu iptal etmedim, televizyon programım olduğu için de etmedim, tacize uğradığım, hakarete uğradığım, tartaklandığım için ettim. Bu arada Cihan Ünal Kıbrıs’ta ev yaptırıyor ve dersleri var, o yüzden oradaydı. Fakat tereyağ gibi suyun üstüne çıktı, tüm olan biteni açıklamak yerine, kendi yaptıklarını örtbas edip, bana kişiliğime, iş disiplinime saldırmayı uygun buldu. Anlayacağın, beni bu açıklamaları yapmaya zorlayan kendisidir.

Bütün bunlar kadın olduğun için mi başına geldi diyorsun yani...
- Erkek toplumuyuz biz. Olan, hep kadına oluyor. Kadın tecavüze uğruyor, ailesi bile kabul etmiyor. Böyle bir ülkeyiz. Televizyona yaptığım programda, her gün, onlarca ezilmiş, şiddet görmüş, “Ekonomik özgürlüğü olmasın, muhtaç olsun” durumunda bırakılan kadınlar görüyorum, hikayelerini dinliyorum. İtiraf etmek ağır geliyor ama ben de tedirgin oldum, konuşursam, olan biteni anlatırsam bir daha iş vermezler mi bana diye düşündüm. Biz kadınlar, hangi gelir ve eğitim seviyesinde olursak olalım, maalesef bu noktada birleşiyoruz işte. Hocam Yıldız Kenter’in konservatuarın ilk dersinde bize sorduğu soru hâlâ beni düşündürür. “Bu okula ne öğrenmeye geldiniz?” diye sormuştu, “Neden buradasınız?” Biz de, “İyi oyuncu olmak için buradayız” cevabını vermiştik. “Hayır, siz buraya rahatsız olmayı öğrenmeye geldiniz. Rahatsız olan ve bunu dile getirebilen bireyler olmak için buradasınız...” Evet, ben de rahatsız oldum, o yüzden bunları anlatıyorum.

Bu olayda genellikle senin suçlanmana ne diyorsun?
- Çünkü ben özel hayatımla da, yaptığım işlerle de magazin basınında yer aldım. Renkli bir kişiliğim var. O, en pişkin haliyle, “Bir onun hayatına bakın, bir benimkine” diyebiliyor... Evet, karşımdaki insan senelerin devlet tiyatrocusu. Ama bu, kimseye haddini aşan haklar vermemeli.

Pek çok insan da, “Cihan Ünal zaten kadınlar tarafından beğenilen biri onun böyle bir şey yapmaya ihtiyacı yok” diyor...
- Valla, bu tür çirkinlikler, ne yetenekle, ne saygınlıkla ne de eğitim seviyesiyle paralel gitmiyor. İMF başkanı örneğini o yüzden verdim. Cumhurbaşkanlığı için bile adı geçerken, cesur bir otel görevlisinin şikayeti üzerine hapse atıldı. Kim bilir kaç kadının canını yaktı o adam. Kaç kadın korkudan sustu bugüne kadar. Ama biri susmadı işte...


View the original article here


This post was made using the Auto Blogging Software from WebMagnates.org This line will not appear when posts are made after activating the software to full version.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder